İstanbul'da doğmadım ama burada büyüdüm.Yani kendimi buralı sayıyorum.Ama buna rağmen bunca senedir insan bir Vefa Bozacısına gitmez mi?Gitmeyebiliyormuş.Örnek ben.
Fakat gitmeyişimi de şöyle açıklayabilirim.Çok fazla boza seven bir insan değildim.Değildim diyorum çünkü artık aşığıyım,hastasıyım.Ne oldu da oldu bilmiyorum biri kulağıma fısıldadı sanki sen bozayı çok seviyorsun diye.Aslında çok önce tv de bir programda bozanın yapılışını izledim çok ilgimi çekti bu arada izlerken canım da boza çekti.Çekiş o çekiş.Akşamcılar gibi iş dönüşü neredeyse her akşam bir boza şişesiyle eve döner oldum.
İşte o andan itibaren de gidip bozayı yerinde içmek istedim.Kısmet bugüneymiş.Yağmurlu hem de çok yağmurlu ve soğuk bir İstanbul pazarında babangayla atladık arabaya,düştük yola.
Şu eşiği aşındıran ayakların arasında bizimkisi de olsun dedik.Gerçekten eşiğe konan mermer resmen aşınıp çukurlaşmış.En çok hoşuma giden de çok daha büyük ve modern bir yer açabilecekken,sokak arasında o tarihi doku ile bütünleşmiş küçücük ama gerçekten küçücük yerin muhafaza edilmesiydi.Bu eşik de onun kanıtı
Bozacının tam karşısında ne olur tabii ki leblebici
Dışarısı soğuk ve yağmurlu içerisi sıcacık ve sıralanmış boza bardakları insanın iştahını baya kabartıyor.İç içebildiğin kadar
Sevgili ATAMIZIN boza içtiği bardak duvarda sergileniyor.Giderken bunu bildiğim ve resmini çekmeyi planladığım halde bozaları görüp de azgın çocuklar gibi daha elimde bardak içerken babangaya ben bir daha içeceğim derken resmi falan unuttum.Ama sağolsun babanga hatırlattı yine.
Orada içtiğiniz yetmedi mi alın evinize götürün sıra sıra dizilmiş boy boy boza kaplarını
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder